Birbirimizin kültüründen öğreniyoruz
- 27 Aralık 2024
- Yayınlayan: Kerem Kofteoglu
- Kategori: Son Yazılar

Kültürler arasında başarılı bir işbirliği, anlayış, kabul ve saygı gerektirir. Bu, bireyler için olduğu kadar hükümetler için de geçerli. Farklılıkları gözlemlemek ve anlamaya çalışmak, diğer kültürlere saygı duymanın önemli ilk adımları. Yukarıdaki görselde insanlar, Küba’nın Havana kentindeki özel bir işletmede gıda fiyatlarını inceliyor. Küba’da 2021 yılında izin verilen küçük ve orta ölçekli işletmeler hızla gelişiyor.
ROBERT WALKER /CHINA TODAY TÜRKİYE — Jeopolitik öz çıkar güçleri tarafından neredeyse parçalanmış olan dünyamızı bir arada tutmak için gereken yapıştırıcı, kültürler arası anlayış. Bu, halk ve ulus olarak hepimizin aynı ama farklı olduğumuz gerçeğini kabul etmek anlamına geliyor.
Çin’in dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelmesiyle birlikte, Çin’de nasıl iş yapılacağına ve kültürler arası anlayışa ilişkin geniş bir literatür oluştu. Bu literatür Çin’in farklı olduğunu vurguluyor; bu da Çinli meslektaşlarımın güçlü bir şekilde onaylayacağı bir şey. Ama neye göre farklı? Görünüşe göre, Batı normundan ancak bu en az iki yanlışla gölgelenmiş bir bakış açısı.
Örtük varsayım, tek bir Batı normu olduğu ancak bu, Avrupa Birliği’nin yapı ve politikalarının başlangıçta açıkça Amerikan olmamak üzere tasarlandığı gerçeğiyle bağdaştırılması zor bir varsayım. Aynı şekilde, Avrupa Parlamentosu’ndaki tartışmalarda ifade edilen parti ve kültürle bağlantılı görüş çeşitliliğini dinleyen herkese bu sapkın bir fikir gibi görünüyor.
Gerçekte, ne kadar farklı kültür varsa o kadar çok sayıda norm vardır. Ancak, belki de bir asırdan fazla süren ABD hegemonyasından sonra—Hollywood, McDonald’s, Afganistan—“farklı”, Amerikan iş yapma biçiminin idealize edilmiş anlayışından farklı olmak anlamına geliyor. Bunun küresel sonuçlarına daha sonra döneceğiz.
İkinci yanlış ise Çin’in normdan ayrıldığı varsayımı. Norm, doğru olanı yapmak olarak görülüyor. Bir çoğumuz için bir şeyleri yapmanın doğru yolunu anne ve babalarımızın o şeyi nasıl yaptığı belirler. Elma yerken çekirdeğini yemişler midir, yememişler midir? Dişlerini kahvaltıdan önce mi, yoksa sonra mı temizlerlerdi, hatta hiç temizlemezler miydi?
En az 3 bin yıllık kesintisiz bir kültüre sahip olan Çin’in pek çok sosyal normu Konfüçyus ve takipçilerinin yazılarına dayanıyor. Konfüçyusçuluk belki de en iyi şekilde bir felsefe, amacı insan refahını teşvik eden uyumlu bir toplum yaratmak olan mantıksal bir sistem olarak yorumlanabilir.
Kendi kültürümüze referansla tespit yapma
Başka yerlerde, tarihsel doğruluk fikirleri genellikle dini liderler tarafından aktarıldı. Bununla birlikte, dini dogma adına yapılan çok sayıda savaş, tek bir evrensel dini gerçeğin, işleri yapmanın tek bir doğru bir yolunun bulunduğu fikrinin yanlışlığını teyit ediyor.
Bireyler olarak, farklı kültürlerle medyadaki temsilleri aracılığıyla, yabancılarla tanışarak ya da yeterince şanslıysak başka ülkelere seyahat ederek ve farklı topluluklar içinde hareket ederek karşılaşıyoruz. Her durumda farklılığı kendi kültürümüze referansla tespit ediyor ve aynı mercekle yorumluyoruz. Ancak bu bir tahriftir.
Oxford Üniversitesi’nde ders verirken Çinli öğrencilerin inanılmaz derecede çalışkan olduğunu, sınıfta söylenen her şeyi yazdığını ve öğretilenlerin tek kelimesine bile itiraz etmediğini fark ettim. Avrupalı ya da Amerikalı öğrencilerden çok farklı olan bu davranış, ister istemez Çin hakkında kültürel olarak çerçevelenmiş inançlara atıfta bulunarak yorumlandı.
Batı medyası Çin’in her şeyi, hatta insanların düşüncelerini bile kontrol etmeye çalışan bir hükümete sahip totaliter bir devlet olduğunu tekrar tekrar—ama yanlış bir şekilde—ileri sürdü. Bu nedenle, Oxford akademisyenleri arasında yaygın olarak kabul edilen görüş, Çinli öğrencilerin korktuğu, söylediği herhangi bir şeyin sınıftaki casuslar tarafından Çin hükümetine rapor edilmesinden kaygı duyduğuydu.
Çin’de yaşama ayrıcalığı, son derece farklı bir kavrayışı beraberinde getiriyor. Çin’de eğitim, hem sosyal hareketliliğe hem de erdemli bir insan olmaya giden bir yol olarak son derece değerli. Çinli şairler, alimler ve düşünürler tarih boyunca birer bilge olarak saygı gördüğü için bilgelikleri nesilden nesile aktarılmış. Öğretmen doğru kabul edilen şeyleri öğretirken, öğrenci de anlatılanları dinleyerek bunların doğruluğunu özümsüyor.

Bu davranış biçimi sadece Çin’deki dersliklerle de sınırlı değil. Çin işletmelerinde astların üstleriyle ters düşmesi ya da kendi fikrini dile getirmesi ihtimali çok düşük. Amerikan Matematik Bilimleri Enstitüsü tarafından yayınlanan bir makalede, Finlandiya’daki bir üniversiteden Çin kültürüne bakan Shuo Wang ve Pasi Fränti, Çinli şirketlerin Avrupa’daki iki iştirakinin çalışanlarıyla görüşmeler yaptı. Yerel çalışanlar, Çin işletmelerinin hiyerarşik olarak dik bir piramit gibi organize edildiğini ve ayırt edici özelliğinin tek yönlü iletişim, personelin güçsüzleştirilmesi ve performansa değil statüye dayalı maaşlar olduğunu düşünüyordu.
“Güç mesafesi” kavramı
Wang ve Fränti bulgularını “güç mesafesi” kavramına, yani gücün bir kurum içinde ne kadar eşitsiz dağıtıldığına göre yorumluyor. Öyle olsa bile, bu durum, aynı zamanda, Çinlilerin otoriteye duyduğu saygının bir tezahürü olarak da görülebilir. Bu saygı, hiyerarşinin aslında erdemin bir ifadesi olduğuna dair Konfüçyusçu idealden kaynaklanıyor ve hiyerarşinin daha alt basamaklarında yer alan kişilerin refahı için sergilenen endişe olarak kendini ortaya koyuyor.
Farklılıkları gözlemlemek ve anlamaya çalışmak, diğer kültürlere saygı duymanın önemli ilk adımları. Farklılığa saygı duymak, farklı anlayışların ve iş yapma biçimlerinin varlığını kabul etmek, bunlara uyum sağlamaya hazır ve bunlardan öğrenmeye açık olmak demek. Avrupa bilimi, 17. ve 18. yüzyıllardaki Aydınlanma’dan bu yana, fikirleri onlara sahip olan bireylerden ayırmaya ve ardından fikirleri güçlü bir eleştiriye tabi tutmaya çalıştı. Oysa kişiyi fikirlerinden klinik olarak ayırmak, tüm özsaygı, itibar ve sosyal duruş çağrışımlarıyla Çin’in mianzi, yani yüz kavramıyla pek de uyumlu değil.
Bilgi ve öğrenmenin çok değerli olduğu bir ortamda, kişinin sahip olduğu bir anlayışın alenen eleştirilmesi itibar kaybı riskini de beraberinde getiriyor. Çinli akademisyenlerle ilk ortak araştırma girişimimde bunu fark edemediğim için on yılımı bir meslektaşımı ve yakın arkadaşımı nasıl kırdığımı düşünerek geçirdim.
Kamusal eleştiriden kaçınma, tartışmasız bir şekilde politika ve hükümet eleştirisini de kapsıyor. İngiltere’de politikaların başarısızlığına dikkat çekerek iyileştirmenin önünü açmak üzere eğitilmiş bir politika analisti olarak Çin’de hızla itibar kaybetmeye mahkumdum. İnsan zamanla bir politikanın iyi yanlarını fark etmenin ona saygı göstermek anlamına geldiğini anlıyor. Ancak o durumda politikanın nasıl daha da iyileştirilebileceğine dair öneriler sunmak hem uygun hem de mümkün oluyor. Nihai nokta aynı, ancak ona ulaşmanın yolları son derece farklı.
İş insanları için tasarlanmış kültürler arası anlayış dersleri, genellikle başka bir kültürle karşılaştığımızda kendi kültürümüzün tahrif edici etkisinin hatırlatılmasıyla başlar. Daha sonra diğer kültürlerin inançlarını ve değerlerini anlamanın önemine odaklanılır. Bir sonraki adım kültürel çeşitliliğe saygı duymayı öğrenmek. Bu, farklılıklarla müzakere etmek ve ortaya çıkan çok kültürlü içgörülerden yararlanmak için gerekli pratik becerileri geliştirmeyi mümkün kılıyor.
Kültürler arası anlayış eğitiminin temelini oluşturan bu dört adım, şu anda uluslararası ticari işbirliklerini ve kültürel alışverişleri engelleyen jeopolitik gerilimlerin ele alınması açısından da önemli.
DTÖ’nün temyiz sistemi
Dünya ticareti öğretici bir örnek teşkil ediyor. Küreselleşme şu anda tehdit altında. Zengin ülkelere ve varlıklı birey ve şirketlere orantısız bir şekilde fayda sağladığı için haklı olarak eleştirilen küreselleşme, yine de eşi benzeri görülmemiş bir küresel ekonomik büyüme sağladı. Ticareti düzenlemek üzere tasarlanan Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) temyiz sistemi ABD tarafından boykot ediliyor. Çin ve çoğu gelişmekte olan 36 ülkeye karşı, ticareti kısıtlayan ya da ticari suç iddialarına misilleme olarak uygulanan ekonomik yaptırımlar yürürlükte ve bunların çoğunun yasadışı olduğu düşünülüyor.
DTÖ 1995 yılında kurulduğunda, kapitalizmin Anglosakson ve Kıta Avrupası çeşitlerini kapsayan ABD tarzı liberal bir ekonomiye dayalı bir dizi ilkeyi içselleştirdi ve rafine etti. Bu ilkeler daha sonra başkalarına dayatılmak üzere kurallar ve normlar—ticaret yapmanın doğru yolu—olarak dışsallaştırıldı. Bu ilkeler arasında özel mülkiyete dayalı bir piyasa ekonomisi, kamu ve özel sektör arasında açık ve yasal olarak uygulanabilir ayrımlar, serbest piyasalara ve hukukun üstünlüğüne bağlılık yer alıyordu.
Piyasa ilkeleri ile kamu mülkiyetini bütünleştiren sosyalist bir piyasa ekonomisi olan Çin, 15 yıl süren müzakerelerin ardından 2001 yılında DTÖ’ye katıldı. O dönemde Çin’in GSYİH’si ABD’nin sadece yüzde 13’ü kadardı. Çin’e kendi tahrif edici kültürel gözlükleriyle bakan DTÖ müzakerecilerinin beklentisi, Çin’in 2015 yılına kadar kaçınılmaz olarak liberal bir piyasa ekonomisi haline geleceği yönündeydi.
Şimdi, Çin ekonomisi ABD’ye meydan okurken, yüksek gelirli ülkeler farklılığı kabul ediyor ama saygı duymuyor. Bunun yerine Çin, DTÖ’yü bozmaya çalışan sistemik bir rakip olmakla suçlanıyor. ABD, AB ve Japonya tarafından yapılan ortak açıklamalarda, Çin’in “haksız rekabet koşulları” yarattığı iddia edilen “piyasa odaklı olmayan politikaların üzerine gitmek” için sosyalist piyasa ekonomisini fiilen terk etmesi talep ediliyor.
Kültürler arası eğitim alan bireylerin gayet iyi bildiği gibi, farklı kültürleri kabul etmek ve onlara saygı duymak başarılı bir işbirliğinden önce gelir. Hükümetler için de bu böyle. Farklılık bir tehdit olmadığı gibi, aynı zamanda, sadece azınlığın değil, çoğunluğun lehine işleyen bir dünya ticaret sistemi inşa etmek üzere birlikte çalışmak için bir fırsat.
ROBERT WALKER, Oxford Üniversitesi Green Templeton Koleji ordinaryüs profesörü ve ordinaryüs öğretim üyesi. Aynı zamanda Beijing Normal Üniversitesi bünyesindeki Jingshi Akademisi’nde profesör ve İngiltere’deki Kraliyet Sanat Topluluğu ve Sosyal Bilimler Akademisi üyesidir.