- 11 Mart 2023
- Yayınlayan: Kerem Kofteoglu
- Kategori: Son Yazılar
Çin’in 2020’den bu yana AB’nin en büyük ticaret ortağı olmasıyla Çin ve Avrupa arasındaki karşılıklı ekonomik bağlar daha da derinleşti. 2023’e baktığımızda çok yönlü katılım, diyalog ve iş birliği, Çin-Avrupa ilişkileri için en güvenli yol. Yukarıdaki fotoda Avrupa Birliği’nin dış politika sorumlusu Josep Borrell (solda) ve Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, 1 Nisan 2022’de düzenlenen AB-Çin zirvesinde, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Çin Başbakanı Li Keqiang ile yapılacak video konferans görüşmesi öncesinde sohbet ediyor.
WU HUIPING /CHINA TODAY TÜRKİYE –-2022 yılı, Avrupa için kıtayı 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana, benzeri görülmemiş bir bölgesel güvenlik krizine sokan Ukrayna ihtilafının yol açtığı bir “dönüm noktası” olarak görülüyor. Buna ek olarak, enerji krizinin vahim sonuçları, yükselen fiyatlar, beraberinde ekonomik durgunluk getirebilecek gerçek tehditler var. Sosyal istikrarsızlık ve mülteci sorunları da ciddi bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor. AB’nin ve önde gelen üye devletlerin bu zorluklar karşısında dış politikalarında ayarlamalara gitmesi, hiç şüphesiz Çin-AB ilişkilerini etkiledi ve sonuçta ilişkiler yeni bir uyum dönemine girdi.
Çin-AB ilişkileri, 2022 yılında genel olarak istikrarlı ve pragmatik bir seyir izledi. Bir yandan, üst düzey temaslar istikrarlı ikili ilişkilere zemin hazırladı. Çin ve Avrupa, Covid 19 salgını sırasında görüntülü toplantılar veya telefon görüşmeleri yoluyla düzenli üst düzey temasları sürdürdü. Salgın kısıtlamalarının gevşetilmesinin ardından üst düzey temaslar da artmaya başladı. Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, Çin Komünist Partisi’nin 20. Ulusal Kongresi’nden bu yana Çin’i ziyaret eden ilk Batılı lider oldu.
Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, kasım ayında düzenlenen G20 Zirvesi çerçevesinde, Fransa, İspanya, Hollanda ve İtalya liderleriyle ayrı ayrı bir araya geldi. Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel de aralık ayı başında AB liderleri adına Çin’i ziyaret etti. Ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı Macron, 2023’te Çin’i ziyaret etme planını defalarca dile getirdi ve İtalya Başbakanı Giorgia Melon da Cumhurbaşkanı Xi’nin Çin ziyareti davetini kabul etti. Bu jestler, AB’nin ve AB liderlerinin Çin ile temas ve diyaloğu sürdürmenin, Çin’le varolan farklılıklara ve ABD’den gelen dış baskıya rağmen, yeri doldurulamaz bir sey olduğunun tamamen bilincinde olduğunu ortaya koyuyor.
Diğer yandan, ekonomik ve ticari işbirliği ikili ilişkilere istikrarlı bir temel oluşturdu. Çin’in 2020’den bu yana AB’nin en büyük ticaret ortağı olmasıyla Çin ve Avrupa arasındaki karşılıklı ekonomik bağlar daha da derinleşti. AB’nin dış ticaretinde Çin’in payı 2000’de yüzde 4.4 iken 2021’de yüzde 16.2’ye yükseldi. Çin, Avrupalı işletmeler için önemli bir pazar ve hammadde kaynağı olmakla kalmayıp önemli bir yatırım destinasyonu haline geldi, özellikle de Covid 19 salgını sırasında Çin’e yaptığı yatırımları artırmaya başlayan büyük şirketler için. Çin ile Avrupa arasındaki işbirliği, bilimsel ve teknolojik yenilik alanında da derinleşiyor. Çin ile AB arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin gelişmesi, Ukrayna ihtilafının etkisi altında kalan Avrupa ekonomisinin istikrar kazanması ve canlanması açısından büyük önem taşıyor.
Aynı zamanda Çin-AB ilişkilerinde büyüyen yapısal sorunlar var. Avrupa’nın Çin’e güven açığı sadece kalıcı değil; devam eden gelişmelerin etkisiyle daha da güçleniyor. Avrupa’nın siyasi çalkantıları ve stratejik kaygılarının bir araya gelmesiyle siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarında artan bir rekabet duygusu ve jeopolitik farkındalık ortaya çıkıyor. Bu da demokrasi ve otoriterliğe dair ikili bir anlatımı ve Çin hakkında “ortak, rakip ve sistemik hasım”, ama özellikle sistemik hasım olarak katılaşan üçlü bir etiketlemeyi beraberinde getiriyor.
İKİ TEMEL SONUÇ
Sistemik husumet, Çin-AB etkileşimlerinin giderek belirleyici unsuru haline geliyor ve bu durum geçen yıl itibarıyla Çin-AB ilişkilerinde iki temel sonuç ortaya çıkardı: Avrupa, bir yandan kamplar çatışması hissini güçlendiriyor. Ukrayna’daki ihtilaf, Avrupa ile Rusya arasında bir “ayrışmaya” yol açarak ABD ile Avrupa’yı yakınlaştırdı. Avrupa, Ukrayna ihtilafından hatalı bir sonuç çıkardı—Rusya’ya olan enerji bağımlılığının ciddi sonuçlarını göz önüne alarak Çin’e olan ekonomik bağımlılığının olası daha büyük sonuçlarını tüm yönleriyle gözden geçirmesi gerektiğine karar verdi. Avrupa’nın nadir elementler gibi temel hammaddeler, elektronik bileşenler, kimyasallar ve ilaçlar gibi birincil ürünler, elektrikli arabalar gibi yeni teknoloji ürünlerinin yanı sıra satış pazarları da dahil olmak üzere muhtelif alanlarda Çin ile kapsamlı bağları bulunuyor ve bu nedenle kıtanın Çin’e olan bağımlılığı Rusya’ya bağımlılığından çok daha fazla.
Bu algıdan hareketle AB ve bir çok üye devlet Çin hakkındaki politikalarını gözden geçirmeye başladı. “Silahlaştırılmış karşılıklı bağımlılık” ve ekonomik baskıya karşı “üretimi dost, müttefik ülkelere kaydırma” fikri, “ticaret yoluyla dönüşümü teşvik etme” fikrinin yerini alıyor. Bu da Avrupa’nın Çin politikalarının yeni normu haline geliyor. Avrupa, aynı zamanda, Avrupa dayanışmasına ve Çin’e karşı tutarlı bir duruşa daha fazla önem verirken, ABD ve diğer Batılı müttefiklerle koordinasyonu daha da güçlendiriyor.
Diğer yandan Avrupa daha savunmacı hale geliyor. AB ve Almanya, Fransa, İtalya gibi büyük Avrupalı güçler, Çin ile ilişkilerinde daha pragmatik ve savunmacı bir yaklaşım benimsiyor. Ekonomik, ticari ve teknolojik politikaları rekabet için bir savaş alanı olarak görüyorlar. Hem Çin’e bağımlılığı azaltmak hem de Avrupalı işletmelerin, sektörlerin, pazarların, teknolojilerin, tedarik zincirlerinin ve altyapının savunma korumasını güçlendirmek için uzun vadeli stratejik planlar geliştirip, tedarik zincirlerini yeniden inşa etmeyi, ekonomik dayanıklılığı artırmayı planlıyorlar.
Avrupa bu fikirler doğrultusunda hareket ederken çeşitli sınai politikaları, “küresel geçit” projelerini, kritik hammadde stratejilerini ve Hint-Pasifik stratejilerini aktif olarak teşvik ediyor. Bu arada tedarik zincirinin tüm adımlarında stratejik projeler başlatıyor. Ayrıca Asya Pasifik, Latin Amerika ve Afrika’da alternatif pazarlar bulmaya ve ticaret ağlarını genişletmeye çalışıyor. Diğer Hint-Pasifik ülkeleriyle daha fazla serbest ticaret anlaşması imzalamanın yollarını arıyor. Aynı zamanda, Çin’e yakın Avrupalı şirketler daha sert politikalar uygulamak için stres testleri yapıyor. İki yönlü bir yabancı yatırım inceleme mekanizması ve daha katı kısıtlamalar benimsemeyi planlıyor.
KARAR ALMA MEKANİZMALARI
Avrupa, “Zeitenwende” (dönüm noktası) karşısında, temel bir jeopolitik güç haline gelmek için rolünü ve konumunu yeniden tanımlamayı, genel rekabet gücünü ve küresel etkisini güçlendirmeyi güçlü bir şekilde umuyor. Diplomasi ve güvenlik alanında güven kazanmayı, karar alma mekanizmalarını geliştirmeyi ve stratejik özerkliğe ulaşmayı hedefliyor. Stratejik kültürde büyük bir geçiş yaşayan Almanya, Avrupa’nın en büyük ekonomisi olarak öncü bir rol üstlenme niyetinde. Almanya’nın ordunun sert gücüne yatırımı artırma, NATO çerçevesi altında askeri katılımı güçlendirme ve Fransa dahil diğer ülkelerle birlikte AB’nin askeri, sınai ve diplomatik alanlardaki ortak politikalarına ivme kazandırma çabaları, Avrupa’nın diplomatik ve güvenlik geçişini yansıtıyor.
Avrupa’nın oynamak istediği rol, politikalarını da etkiliyor. Avrupa, “Zeitenwende”de marjinalleşmek yerine jeopolitik meselelerde daha önemli bir stratejik rol oynamak için büyük ülke düşüncesini güçlendirmeli. Avrupa’nın dış politikaları daha kapsamlı, dengeli ve bağımsız olmalı, uluslararası işbirliği ve küresel yönetişim ihtiyaçlarına daha fazla önem vermeli. Bu da Çin-Avrupa ilişkilerini geliştirmenin modern zamanlarda, stratejik ve uzun vadeli bir bakış açısıyla dünyada taşıdığı anlamın farkında olmayı gerektiriyor.
Çin ve Avrupa, iklim değişikliği, halk sağlığı krizleri, gıda kıtlığı ve bölgesel çatışmaların tırmanması gibi çağımızın zorluklarıyla mücadele ederken aralarındaki işbirliğinin kalitesini ve düzeyini artırabilir. Ukrayna ihtilafının çözümü konusunda Çin, nükleer silah kullanımına karşı çıkarak ve diplomatik bir uzlaşmaya varılmasına katkıda bulunarak yapıcı bir rol üstlenebilir. Daha üst düzey ekonomik ve ticari iş birliği söz konusu olduğunda Çin ve Avrupa, dijital ekonomi, çevre koruma, yeni enerji ve yapay zeka da dahil olmak üzere açık ve gerçekçi bir şekilde yeni büyüme motorlarını ortaklaşa inşa edebilir. Tarafların, bu arada, birbirlerine adil ve şeffaf bir iş ortamı sağlaması gerekiyor.
2023’e baktığımızda çok yönlü katılım, diyalog ve işbirliği, Çin-Avrupa ilişkileri için en güvenli yol. Bu çerçevede Çin ve Avrupa’nın üç alanda orta noktada buluşması gerekiyor:
İlk olarak, karşılıklı siyasi güveni derinleştirmek. Çin’in dış politikaları genel olarak öngörülebilir bir nitelik taşıyor. Çin, Çin-Avrupa ilişkilerini geliştirmeye istekli. Nitekim, bu doğrultuda, Avrupa ile stratejik iletişimi ve koordinasyonu güçlendirmek, istikrarlı ve uzun vadeli Çin-Avrupa kapsamlı stratejik ortaklığını üst düzey diyaloglar yoluyla devam ettirmek için iyi niyet jestleri yapmaya devam ediyor. Çin, üst düzey reform ve dışa açılmanın güçlendirilmesinin önemine dikkat çekerken ekonomi, ticaret, bilim ve teknoloji konularının siyasallaştırılmasına, silah haline getirilmesine veya bir güvenlik sorununa dönüştürülmesine karşı olduğunu defalarca vurguladı. Ancak bir çok Avrupalı siyasi lider, Çin’e olan ekonomik ve ticari bağımlılığı bir risk ve zorluk olarak görüyor. Bunun tedbirli bir şekilde ele alınması ve düzeltilmesi gerektiğini düşünüyor. İlgili politika trendleri, Avrupa’nın Çin’e olan güven açığının azalmadığını, tam aksine arttığını açıkça gösteriyor. Çin ve Avrupa, aralarındaki iletişimi geliştirmeye devam etmeli.
SİSTEMLERE SAYGI DUYMAK
İkinci olarak, farklı sistemlere saygı duymak ve bunu kabullenmek. Bir ülkenin siyasi ve sosyal sistemleri uzun bir zaman diliminde oluşur. Siyasal sistemlerdeki farklılıklar nesneldir. Sistem üzerinden rekabet, dış politika yapımında yol gösterici ilke veya belirleyici faktör olmamalı. Bunun yerine Avrupa, farklı sistemlerin bir arada yaşaması için bir çözüm bulmalı; Avrupa merkezciliği azaltmalı. Sistemik rekabetçi düşünce tarzını önemsizleştirmeli; sistemler arası farklılıkların üstesinden gelmeli. Farklı ülkelerin kendi ulusal koşullarına göre seçtikleri modernleşme yollarına saygı duymalı ve bunu kabul etmeli. Ayrıca çok taraflılık, barışçıl diplomasi, toprak ve egemenlik bütünlüğü ve karşılıklı yarar gibi ilkelerle bağlantılı konularda temel siyasi uzlaşıyı korumalı. Karşılıklı çıkarları ve siyasi uzlaşmayı genişletmeye de devam etmeli.
Üçüncü olarak, gerçek stratejik özerkliğin hayata geçirmesi gerekiyor. Çin’in dış politikası, ittifak yerine ortaklığı içeren bağımsızlık ilkesini takip ediyor. Ülkenin dış politikası, ulusal çıkarları ve uluslararası ortam hakkındaki kapsamlı muhakemesine dayanıyor. AB, Çin ile ABD arasında bir taraf seçmesine gerek kalmaması umuduyla ekonomik egemenliğine ve teknolojik egemenliğine giderek daha fazla önem veriyor. Hem Trump dönemindeki “Önce Amerika” hamlesi hem de Biden yönetiminin Enflasyonu Düşürme Yasası, ABD’nin Avrupa’nın çıkarlarını temsil edemeyeceğini ve AB’nin Çin politikasını ABD’ninkiyle aynı kefeye koymaması gerektiğini açıkça gösteriyor. Bunun yerine AB, ABD’ye karşı uygun bir mesafeyi korumalı, esnekliğini ve bağımsızlığını muhafaza etmeli, kendi çıkar ve değerleri doğrultusunda bağımsız politikalar geliştirmeli.
Ticaret ve yatırım, AB’nin uluslararası sahnede söz sahibi olabilmesi için sahip olduğu en önemli güçler. “Ayrışma” jeopolitik faktörleri abartır, ekonomik rasyonaliteden yoksun olduğu gibi farklı gruplar arasında çatışma yaratır. Sadece ve sadece farklılıkları bir kenara bırakarak ortak zemin aramak ve kazan-kazan işbirliği Çin, AB ve uluslararası toplumun ortak çıkarlarına hizmet eder.
WU HUIPING, Tongji Üniversitesi Alman Çalışmaları Merkezi’nde profesör ve müdür yardımcısı.


