Çin’deki Türkler COVID-19 deneyimlerini anlatıyor

Covid-19 salgını nedeniyle seyahat kısıtlamaları getirilmeden hemen önce bazı yabancılar kendi ülkesine dönmeyi tercih etti. Çok sayıda yabancı ülke vatandaşıysa Çin’de kaldı.

Kimine göre salgın döneminde yollara düşmek daha riskliydi. Kimiyse yerleşip işini gücünü kurduğu Çin’i çoktan mesken edinmişti. Salgının ilk kez tespit edildiği Wuhan şehrindeki Türk vatandaşlarının büyük kısmı tahliye edilirken, pek çok Türk vatandaşı Çin’in farklı şehirlerinde kaldı. CRI muhabirleri, Çin’de farklı alanlarda başarılı projelere imza atan Türklerden bazılarıyla görüştü. Haberi sizlerle paylaşıyoruz.

“Bunca bina, yol, köprü sanki boş boş dursunlar diye yapılmıştı”

Ali Rıza Arıcan ((Changzhou Lisesi, Matematik Öğretmeni ve AP Programı Akademik Koordinatörü): Salgının en şiddetli olduğu dönemde ben Tayland’da, eşimin köyündeydim. Dönem arası tatili için üç haftalığına gitmiştik ama okullar açılamayınca mecburen iki hafta daha kalmıştım. 21 Şubat’ta döndüm. Geldiğim günü çok iyi anımsıyorum. Yollar bomboştu, şehrin her yerinde insanı sağır eden bir sessizlik hakimdi. Bunca bina, bunca yol ve köprü sanki böyle boş boş dursunlar diye yapılmıştı. İlk iki haftayı ev karantinasında geçirdim.

Ben geldiğimde kurallar çok sıkı değildi, iki günde bir kere evden çıkmama ve alışveriş yapmama izin veriyorlardı. Zaten çevrimiçi derslerim devam ediyordu. Gündüzleri bilgisayar başında matematik öğretmekle, sınav kâğıtlarını okumakla, ödevleri kontrol etmekle geçiyordu. Akşamları da kitaplar ve filmler… Çok zorlandığımı söyleyemem.
Burada kaldığım için pişmanlık hissetmedim. Biraz yalnızlık hissettim diyebilirim. Haftalar boyunca kimseyle yüz yüze konuşmamak insanın psikolojini ister istemez etkiliyor. Çin en başlarda biraz zorlanmış olsa da şubat ayı ortası itibarıyla işin ciddiyetini kavradı ve sonrasında sıfır taviz siyaseti güderek salgını kısa sürede kontrol altına alabildi. Tabii ki çok kısa sürede organize olabilen yerel yönetimlerin, tek yürek olup tek bir sesle ülkeyi idare eden Pekin yönetiminin ve ekonomik sıkıntılar baş gösterdiğinde bireylere güvence veren güçlü aile yapısının salgın karşısında kazanılan bu zaferde rolleri bir hayli büyük.

Biz ikinci dönem başlamadan bir hafta önce organize olduk ve derslerimizi çevrimiçi platforma kaydırdık. Tek bir gün bile kaybetmeden, ikinci dönemim ilk gününde derslere başladık ve sanırım altı hafta boyunca dersleri bu şekilde devam ettirdik. Tabii ki ideal bir ortam değil bilgisayar başında ders anlatmak, geçici bir çareydi ve tüm diğer öğretmen arkadaşlar gibi ben de Nisan ayının başında okula dönebildiğimize çok sevindim. Okulun en önemli işlevlerinden birisi sosyal ilişkiler kurmak, insani (ahlak, kültür, sanat vb) değerleri yüceltmek ve toplumsal bağları güçlendirecek temeller atmaktır. Çevrimiçi eğitim öğretmenliği basit bir bilgi alışverişine (çoğu zaman tek yönlü bir verişe!) dönüştürüyor maalesef. Buna rağmen müfredatımızı sınavlardan çok önce bitirmeyi başardık.

Böyle zor zamanlarda yetkililer çok âni ve hızlı kararlar alıp, çok çabuk uygulamaya koyabiliyorlar. Bu biraz da durumun ciddiyetinin doğal bir sonucu. Mayıs ayının başındaki dört günlük tatilde öğretmen arkadaşlarla komşu şehirlerden birisine üç günlüğüne tatile gidecektik. Hepimiz çok heyecanlıydık çünkü aramızda Aralık ayından beri şehir dışına çıkmamış ve salgın sürecinin tamamını evinde oturarak geçirmiş arkadaşlar vardı. Yola çıkmadan bir gün önce Changzhou yerel hükumeti öğretmenlerin şehir dışına çıkmasını yasakladı. Biz de tatile gidemedik tabii. Sonraki günlerde, otele ödediğimiz parayı geri almak için verdiğimiz mücadeleden zaferle çıkışımız en büyük tesellimiz oldu…

“Er ya da geç Çin’in bu işin üstesinden geleceğinden emindim”
Semih Erken (OMG Genel Müdürü): Epidemi ilan edildikten sonra karar vermek için pek zorlanmadım açıkçası. Merkez hükümetin halkına verdiği güveni zaten 11 yıldır bu coğrafyada yaşayan biri olarak çok iyi biliyorum. Çevremde epey eş dost bana danışıyordu; ya burada kalıp olanları göğüslemek ya da ülke dışına çıkıp sözüm ona daha güvende olmak istiyorlardı. Beni arayanlara burada kalacağımı söyledim; er ya da geç Çin hükümetinin bunun da üstesinden geleceğinden emindim. Beni hayran bırakan halkın işbirliği oldu. Hükümetin ve mahalli idarelerin dışında, kendileri de organize olup hem mahalle ve sitelerini güven altında tuttular hem de gönüllüler orduları yaratıp birbirlerine destek oldular.

O günlerde tanıdığım pek çok kişi Çin’den ayrılmaktaydı. Bizler evlerimizde izole olup artan vaka sayılarıyla endişelenirken, diğer ülkelerdeki dostların sosyal medya hesaplarından keyifle tatil yaptıklarını gözlemliyorduk. En başlarda, galiba ilk 2 hafta, durumlar pek iyi seyretmiyordu açıkçası. Bir bilinmeyene karşı savaş veriliyordu. Sağdan soldan gelen sesler her ne kadar belli bir zümreyi ürkütüyor olsa da genel olarak halk hükümetin kararlarını destekliyor ve güven duyuyordu. Ben de hep güven duydum, kurallara uydum. Hatta belli bir süre gönüllü de olmuştum.

Her ne kadar en başlarda herhangi bir ayrımcılık olmasa da, daha sonra virüsün dışarıya doğru yayılmasıyla ilk önce Çin vatandaşlarına bir tepki vardı. Derken Çin’de virüsün yayılmasının kontrol altına alınması ile yurt dışında olup da dışarıdan içeriye taşıyıcılar arttıkça, içeride kısa bir süre yabancılara karşı çok az da olsa birkaç münferit hadise yaşandığını duyduk. Bunun dışında çevremde daha ciddi bir durum ile karşılaşanı duymadım.
Çin’in suçlanmasında sosyal medyada dönen asılsız paylaşımların etkisi çok oldu. Dünya’nın dört bir yanından eleştiriye maruz kaldılar. Çin her ne kadar şeffaf ve yardım eli uzatan bir politika izlese de, kendini affettirmek zorunda kaldı. Bu virüs herhangi bir yerden de yayılabilirdi, keza farklı uluslardan başka türlü hastalıklar da yayıldı. Çin DSÖ ve dünya medyasına daima bilgi verip gerekli uyarılarda bulundu. Şahsi kanaatime göre aynı hadise başka bir ulusun başına gelseydi, muhtemelen daha zararlı sonuçlar doğabilirdi.

“Virüsten kaçmak akıllıca bir strateji değildi”

Yusuf Tuna (EqualOcean şirketinde analist): Ofisim Pekin’de olduğu için burada kaldım. Burada kalan takımımı yalnız bırakmamak için kalmayı tercih ettim. Diğer yandan, virüsün yayılacağını Şubat ayının başında öngördüm ve ayrılmanın bir anlamı olmadığını düşündüm. ‘Doğru yerdeyim’ dedim. Her tarafta seyahat kısıtlamaları varken, virüs tek tek bütün ülkelere yayılıyorken, ‘en doğru yer bulunduğum yerdir’ dedim ve hiç bir şekilde Pekin’i terk etmedim.

Pişman değilim, bu süreçte kıtalar arası seyahat yapmaya çalışıp hiç ummadık yerlerde mahsur kalan bir çok kişi var, bence ‘virüsten kaçmak’ akıllıca bir strateji değildi.

Salgınla mücadele eden ilk ülke olmalarına rağmen salgının yarattığı korku ve kaosla güzel mücadele ettiler. “İşe dönüş” süreci verimliydi, belki de bu yüzden ilk çeyrek ekonomik küçülme tek hanede kaldı. Salgının Çin’de kontrol altına alınıp ABD’yi ve Avrupa’yı etkisi altına aldığı Mart ayında, yabancılara yönelik bazı ufak tefek ayrımcılık vakaları oldu ama Çinlilerin aynı dönemde yurtdışında karşılaştıkları zenofobiye kıyasla benim yaşadıklarım çok ciddi sayılmaz.

“Tüm toplumun organize olabilmesinden etkilendim”

Dr. Ferhat Fikri Özeren (Asia-Pacific Space Cooperation Organization-APSCO) : Salgın süresince Pekin’de, Çin’deydim. Hatta ilk sıkı tedbirlerin alındığı 24 Ocak 2020 tarihinde Türkiye’ye uçmuştum, 2 haftalık bir çalışma ziyaretinden sonra 8 Şubat 2020 tarihinde Pekin’e geri döndüm ve ondan sonra da tüm süreci Pekin’de geçirdim ve halen de Pekin’deyim.

Burada olduğum için kesinlikle pişmanlık hissetmedim. Alınan tüm önlemleri hem yaşayarak hem de gözlemleyerek gördüğümden, en emniyetli noktada olduğumu düşündüm hep. Diğer ülkeler henüz herhangi bir önlem almamışken ve hatta salgının kendilerinde olmadığını bile söylerken ki imkansız bir durumdu bence, Çin’de büyük bir düzen içinde önlemlerin alındığını gördükçe en küçük bir endişeye bile kapılmadım. Halen de geri gelerek en doğru kararı verdiğimi düşünüyorum.
Tüm toplumun organize olarak önlem almalarından çok etkilendim. Çin’in yönetim sistemi gereği bu tür toplu uygulamalara hazır olduklarını biliyor olmama rağmen, en küçüğünden en büyüğüne kadar toplumca birlikte çalışma duygusu ve refleksi beni etkiledi. Bazen bazı uygulamaların ne kadar gerekli olup olmadığı konusunda şüphelerim olmadı değil, ancak bir süre sonra, alınan önlemler nedeniyle bireyden toplumun tümüne doğru bir koruma mekanizmasının mantıklı bir şekilde ilerlediğini görünce bu şüphelerimin ne kadar yersiz olduğunu da gördüm. Benim için eğitici bir hayat tecrübesi oldu diyebilirim.

Çin dışında olduğum halde çalıştığım uluslararası kurum, beni ve diğer personeli anında bilgilendirdi, gerekli tüm düzenlemeleri anında paylaştı. Çin’de çalışan yabancı personel olduğumuzdan ve Çince bilmediğimizden gerekli ve yeterli bilgileri doğru bir şekilde alabilmek bizler için çok önemliydi. Dil eksikliğimiz nedeni ile ilgili konuda toplumsal duyuruları ve bilgileri anında göremiyoruz. Bu yüzden çalıştığım kurum bu konuda aşırı bir hassasiyet gösterdi. Bizler de bize yapılan bilgilendirmeleri ve almamız gereken önlemleri harfiyen uygulamaya çalıştık doğrusu. Mesela ilk andan itibaren hepimiz her gün belirli bir saatte sağlık durumumuz hakkında, kurumda çalışan bir yerel personele bilgi geçtik. Onlar da bizim adımıza gerekli yerlere bilgileri gönderdiler. Çünkü yaşadığımız bölgelerde bulunan kontrol noktaları ile iletişim halinde olmamız da çok önemliydi.

Normal şartlara dönene kadar evden çalışmamız istendi ve bunun için gerekli malzemeler bile sağlandı. Her birimize yeteri miktarda dezenfektan ve maske gönderildi. Zaten ilk günden itibaren çalıştığımız ofislerimiz bile dezenfekte edilmişti. Zorunlu olmadığımız sürece asla ofislere gelmememizi bile rica ettiler. Eğer zorunluluk nedeni ile ofise gelmek durumunda kalırsak bunu da yine daha üst düzey yetkililerimizin bilgisi ve izni dahilinde yapabildik, ama genelde gerek kalmadı. Tüm bu süreç içinde sürekli olarak WeChat uygulamasından Çin hükümeti tarafından alınan kararlar da anında bize iletildi ve bizim de tam bir Çin vatandaşı kadar olaylardan, önlemlerden ve gelişmelerden haberdar olmamızı sağladılar. Bu da, evde bile olsak, günlük yaşantımızı oldukça kolaylaştırdı. Ayrıca bizler de istediğimiz kişilerle istediğimiz kadar iletişim halinde olabildik. (Kaynak: CRI)



Yazar: Kerem Kofteoglu
1963’te Mardin’de doğdu. İlk ve lise eğitimlerini İstanbul’da tamamladı. Dünya gazetesinde Reklam Bölümü'nde işe başladı. Sonra İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nı takip eden muhabirlerden biri oldu. Daha sonra sırasıyla Hürriyet Gazetesi’ne bağlı haftalık Ekonomist Dergisi ve Sabah grubunun Para dergisinde çalıştı. Bir dönem Turizm Yazarları Derneği’nin (TUYED) Başkanlığını yürüten Köfteoğlu, halen çeşitli dergilerde serbest gazetecilik yapıp, bazı kurumlara basın ve turizm danışmanlığı hizmeti veriyor.